İsmet Özel'le Kürt Sorunu Hakkında

İSMET ÖZEL'le Kürt Sorununu Konuştuk

8sutun.com


Son yıllarda Türklük üzerine yazdığı yazılarla dikkatleri üzerine çeken ve tartışma yaratan Şair-Yazar İsmet Özel'le "Kürt Sorunu"nu konuştuk!

TARİHİ TÜRK BİÇİMLERSE, İSTİKBALİ DE TÜRK BELİRLER

Şu sıra gündemde “Kürt Sorunu” var. Siz ise 5 yılı aşkın bir süredir “Türklük” olgusuna vurgu yapıyorsunuz...

Türk kelimesine vurgu yapmamın sebebi; tarihin cereyan tarzı içinde, neyin belirleyici olduğunu tespit etme gereğidir.

Türklüğün belirleyici olduğunu mu öne sürüyorsunuz?

Evet. Öte yandan, tarih ile günümüz arasındaki ilişkiyi, tarih algımızı mütehakkim güç biçimlendiriyor.

Neden?

Çünkü böylece kendi planlarını hayata geçirme kolaylığı elde ediyor.

Tarihi, galip güçlerin biçimlemesi bize ne kaybettiriyor?

Farklı yönelişlerin, direnişçi yaklaşımların önü tıkanıyor. Tarihten güç almak, destek bulmak, istikbali tayin etmek en büyük mesele haline geliyor. Ben, Türklüğe vurgu yapıyorum, çünkü Türkiye’nin geleceğine dair endişeler taşıyorum. Şu anda başımıza gelen, başımızdan geçen olayları, kişileri de doğru anlamak için, tarih hakkında, kimliğimiz hakkında kararlar vermemiz şarttır.

Siz, hakim güçlerin tarih anlayışına karşı direnişçi bir anlayışla mı Türklük tezini geliştirmiş oldunuz?

Evet, elbette.


HAKİM GÜÇLERLE, ÇIKARCILARIN KOALİSYONU

“Kürt Sorunu” galip güçlerin tarih telakkisi doğrultusunda mı belirdi?

Türkiye’de “Kürt meselesi” resmî ağızda birdenbire ifadesini buldu. Bu, galip güçlerin ürettiği tarih algılanmasının doğurduğu bir veridir.

Mütehakkim güçlerin gölgesine girmek gibi bir anlamı mı var?

Evet. Fakat, tarihi doğru algılamayınca ortaya çıkan çarpıklıklar, sapmalar çoğalıyor ve her şeyi bulanık, boğucu hale getiriyor. Ben “Türkleşmekle İslamlaşmak içiçedir, aynı şeydir” diyorum. Kimileri bu sözümü “Kürtlüğü İslam dışı saymak” olarak anlamak istedi.

Kürtler, Kürtlük; bütün odakların gündeminde birinci madde oluverdi. Bunun sebebi Kuzey Irak’ta olanlar mı?

Türkiye’de, resmî görüş, uzun süre Kürtlerin varlığını inkar etme yoluna gitti. Şimdi kabul ediyor. Türkiye’yi mahvetmek isteyenler koalisyon halindeler. Dünya çapında faaliyet gösteren büyük sermaye ile Türkiye çapında kendi çıkarına odaklanmış çevreler koalisyon kurmuş durumda. Büyük sermaye için Tibet sorunu ile “Kürt Sorunu” benzer işlere yarar.


BATAN GEMİNİN KÜRT SORUNU

Yani?

Ben, Modern Türk Şiiri’nde “Kürt” kelimesini kullanan ilk şairim. “Kürt” telaffuz edilen bir kelime değildi. Konuyla ilgili kitaplara “Doğunun Sorunları” gibi adlar verilirdi. Ama şimdi bir tarafta Cumhuriyet rejiminin 80 senedir rantını yemiş olanlar; bir tarafta da “Nasıl olsa gemi battı, ben batan geminin mallarını satarak ne kazanırım?” diye düşünenler var.

Demirel “Kürt realitesini kabul ediyorum” demişti.

Böylece, siyaset yapma ehliyeti kazanmıştı.

Tayyip Erdoğan da “Kürt sorunu benim sorunumdur” dedi?

O da iktidarda kalmayı garantiliyor. Zaten arkasından Amerika’dan övgü gelmiş.


BOŞ HAFIZA, DÜŞÜK ÇENE

İktidarda kalmak ABD’nin desteğiyle mi mümkün?

Amerikan kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde “Çekiç Güç” olarak yıllarca durdu. Bütün hükümetler Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmasını onayladı. Bütün muhalefetler ret oyu verdi. Olup biten herşeyi hafızadan silerek, boş bir hafızayla mı konuşacağız?

Sonuçta, çatışan iki taraf var ve...

İki taraf çatışmıyor ki! Hiç kimsenin çatıştığı yok. Tayyip Erdoğan’ın “Kürt Sorunu” ibaresini ağzına almasına itiraz edenler, “Bunu ben yapacaktım, niçin o yaptı” diye itiraz ediyorlar.

Bu durumda...

İnsanlar hem zihnen hem de yaşama imkanları bakımından hapsedilmiş durumda. Kürtlerin yaşadığı yerlerde insanlar kendilerini Ankara’ya pek bağlı hissetmiyorlar. Bir ay önce Doğubeyazıt’a gittim, gördüm, “Ankara ne derse o olur” fikri yaşamıyor orada. “Rüzgar ne taraftan eserse, yapacağımı ona göre belirlerim” diyor insanlar. Ha, mesela Tekirdağ’da bir rüzgar beklemiyorlar belki, ama diyelim ki Adıyaman’da bekliyorlar.


AMERİKA’NIN TÜRKİYE’YE İHTİYACI MI VAR, YA TÜRKLERİN?


Kürt devleti kurulursa, hakim güçlerin müttefiki olarak Türkiye’nin yerini mi alacak?

Ben bu kafanın çalışma tarzını anlamıyorum. Türkiye’ye ihtiyaç mı var? Türkiye’ye Amerika’nın ihtiyacı olduğunu düşünen, ona göre plan yapanlar var. Ben, bizim Türkiye’ye ihtiyaç duyup duymadığımızı soruyorum. İnsanlar yalnızca kendi evinin tapusunu, emekli maaşını, kişisel kazancını düşünecek kadar sığlaşırsa, o zaman ABD’nin bize ihtiyacı olmasını isterler. Türkiye’yi bir bütün olarak kendisinin kabul eden, Türkiye’ye “vatanım” diyen insanların Amerika’nın ihtiyacına ihtiyacı olmaz.


“ÇIKAR YOL, ÇIKMAZ SOKAK”

Sizin Türkiye telakkiniz...

Cuma Mektupları’nda çıkar yol ile çıkmaz sokak arasındaki farktan söz etmiştim. Türkiye bir çıkmaz sokakta mı, yoksa bir çıkar yol mu arıyor? Çıkmaz sokaktasın, ama duvarı yıkarsın çıkar yol olur. Veyahut geri dönersin.

‘Çıkmaz sokak’, neye tekabül ediyor?

Mesela Türkçü, Solcu, İslamcı, ne olursan ol; Türkiye’de hükümette rol alabilmek için zaten kendi hususi tezlerini terketmiş olman gerekiyor. Şimdiye kadar hep böyle oldu.


“İSA BU KÖYE UĞRAMADI” DİYE BİR ROMAN

“Kürt Meselesi”nin, doğudaki yaşama şartlarıyla ilgisi var mı?

“Doğu sorunu bir Kürt sorunu değildir, bir ekonomik sorundur” demek salakçadır. Türkiye’de, Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki iktisadi mesele, diğer yerlerdeki iktisadi meseleden ayrı mıdır? Uzun yıllar boyunca, İtalya’nın kuzeyi ile güneyi arasındaki ciddi gelir farkından bahsedilmiştir. Ama hiç kimse güney İtalya’nın kültürel veya siyasi bir özerklik derdi olduğunu söylememiştir. Hatta bu konuda roman bile var, İsa Bu Köye Uğramadı diye.


KARABEKİR, KARAKİLİSE, KARAKÖSE

Kuzey Irak’ta petrol kaynakları var. Petrol zengini bir Kürt devleti hayali mi kuruluyor?

Doğubeyazıt’a gittiğimde, bir tanıtma broşüründen öğrendim ki Karaköse’nin adı, Ermeniler tarafından Karakilise olarak telaffuz edilirmiş. Kazım Karabekir gelince, “Karakilise olmaz, Karaköse” demiş. 1920’den hemen önce oluyor bu. Biz bundan bahsedelim. Cumhuriyetin inşasıyla “Kürt meselesi” arasındaki ilişkiyi yanlış vazediyorlar.


İSTİKLAL HARBİ, TÜRKLERİ TARİHTEN SİLMEK İSTEYENLERİN BAŞARISIZLIĞA UĞRATILMASIDIR.

Cumhuriyetin inşasıyla “Kürt Meselesi” arasındaki ilişki, nasıl bir ilişki?

Biz Türkler (bunun içine Müslüman oldukları takdirde Kürtleri de katıyorum), İstiklal Harbi aracılığıyla bir başarı kazanmadık. Biz, Türkleri tarihten silmek isteyenleri başarısızlığa uğrattık. Bu çok önemli bir şey. İstiklal Harbi bir başarı değildir. İstiklal Harbi, Türkleri tarihten silmek isteyenlerin başarısızlığa uğratılmasıdır. Hiç kimse, olan biteni başka türlü algılatan, bu harpten kaçıp da harbin kazanılması sonunda en büyük avantajları yutanların tezgahına gelmesin. Savaş sonunda eldeki belgelerde “Firar Etti” diye kayda geçenlerin kimileri, Arap alfabesiyle yazılan ‘F’ harfinin üzerine bir nokta daha koyarak, kaydı “Karar etti” şeklinde değiştirmiştir. Bugünkü mesele, İstiklal Harbi’nin anlamına sahip çıkıp çıkmama meselesidir.

İstiklal Harbi’nin anlamı derken?..

İstiklal Harbi’nden kim ne anlıyor? Ben söylüyorum ne anladığımı. Bu toprakların vatanlık vasfına sahip çıktık biz bu savaşla. İstiklal Harbi’nde Arnavut’muş, Kürt’müş, öyle bir ayrım hiç yoktu. Ne için can verdiğimizi akılda tutmazsak, canımıza, malımıza bugün kastedenlere ahmakça boyun eğmiş olmaz mıyız?

İstiklal Harbi’ne katılan, Türklüğün tarihten silinmesini engelleyen fakat etnik kökeni itibariyle Kürt olanlar, bugün ters bir yola mı giriyorlar?

II. Dünya Savaşı’nı sonuna kadar ordunun başında olan Mareşal Fevzi Çakmak nereli? Malatyalı. Kürt. İsmet İnönü? Bitlisli. İsmet İnönü üstelik Millî Şef. İstiklal Harbi’ne harcanan enerji kimin enerjisiydi? Bugün burada yaşayan insanlara bakarken, İstiklal Harbi’ni veren insanlara bakmış olmuyor muyuz?


“KÜRT SORUNU” DÜNYA SİSTEMİNİN DAYATMALARINDAN BİRİDİR

Kürtlerle ilgili sıkıntılar ne zaman başlıyor?

Herhalde, 1925’teki Şeyh Sait İsyanı’nın zorladığı bir şey olması lâzım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Tek Parti Dönemindeki ideolojik yapısı şuydu: “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz.” Hakikat ne olursa olsun, bir savunma psikolojisi içinde, bunu söylüyorlardı. Ama beynelmilel bir Kürdistan hazırlığı herhalde öteden beri vardı. Ben 40 sene önce, 1966 yılında; bugün ortalıkta dolanan o bayrağı gözlerimle gördüm.

Doğuda çok ciddi bir işsizlik sorunu var. Bu, besbelli manipüle ediliyor. Yıllar süren bir şiddet süreci... Olağanüstü haller... Köylerin boşaltılması. Çocukları ölen insanlar var. Bütün bunlar birbirine eklenerek bugünkü karmaşık meseleler yumağı ortaya çıkmış...

“Kürt Sorunu” dedikleri şey, çok orijinal bir şey değil. Dünya sisteminin dayatmalarından biridir, hepsi bu.

Dayatmalardan biri mi?

İran – Irak Savaşı 8 sene sürdü. Ve bu 8 sene boyunca hem Irak, hem İran, bunun kendilerine dayatılmış bir savaş olduğunu söylüyorlardı. Gene de savaşıyorlardı. “Boşver, bizi boşuna kapıştırıyorlar” demediler, diyemediler. 8 yıl boyunca Irak petrolden kazandığı bütün paraları silaha yatırdı. İran da aynı şeyi yaptı.


1977’DE TOPLANAN BİR SİYONİST KONGRE

“Kürt Sorunu”nu bir dayatma olduğunu söylüyorsunuz...

1977 yılında ABD’de toplanan bir Siyonist kongre, Ortadoğu’da etnik ve dinî gruplara dayalı ‘devletçikler’ kurulması kararı aldı. Bunu ben oraya muhabir göndererek öğrenmedim. Basında yer aldı.

Nerede okudunuz?

Sanıyorum, “Event” diye bir dergi çıkıyordu...


TÜRK EDEBİYATI’NIN ETNİK SORUNU YOKTUR

“Kürt Sorunu”nun emperyalistlerin bir dayatması olduğunu ve bunun da önceden planlanmış olduğunu belirtiyorsunuz?

“Kürt Sorunu” dedikleri şey, Kürtlerin sorunu mudur? Bütün dünyada Kürtler, “Arkadaş biz bunca sene devletsiz yaşadık, bundan sonra devletimize kavuşmak üzere harekete geçiyoruz” mu dediler? Böyle bir şeyin olması için önce bunu edebiyatının olması lâzım. Bir millet edebiyatıyla doğar.

Oysa siz Türk Şiirinin, Türk Edebiyatının birçok parlak isminin Kürt kökenli olduğuna dikkat çekiyorsunuz?

Türk Edebiyatı’nın etnik sorunu yoktur. Abdülhak Hamid, yanlış bilmiyorsam Çerkez’dir. Cahit Sıtkı Tarancı, Kürt; Cemal Süreya, Zaza.

Bir Kürt Edebiyatı da inşa edilmeye çalışılıyor fakat?

Evet, ama o itelemeyle olmaz ki...

İSLAMİ TUTUMU REDDEDENLER, TÜRKİYE LEHİNE HİÇBİR ŞEY YAPAMAZ

Bu sorunu hangi zeminde, kimlerle tartışmak mümkün sizce?

Bu ülkede yaşayan insanların kendi önemlerini fark edip, bu öneme yakışan bir tavır benimsemeleri gerekir. Net bir şey bu.

Mesela hükümet...

AKP iktidarı; İslami tutum ve davranışlar karşısında gösterdiği çekingenliği ya da menfi tavrı sürdürdüğü müddetçe, ne Türkiye lehine ne de Türkiye’de yaşayan herhangi bir insan lehine bir iş yapamaz.


BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI VE PKK

Bunu biraz açar mısınız?

Kızlar üniversitelere başları örtülü olarak devam edemiyorsa, sen “Bu iş bitti, o konuyu kapattık” diyorsan, bu, başörtüsü yasağının, Kürdistan’ın kurulmasında bir dayanak olduğunu ispat eder.

PKK, “Biz devlet kurarsak, başörtüsü sorunu olmayacak, rahat yaşayacaksınız” diye bir söz yayıyormuş?

Yani başörtüsü yasağı, PKK’nın az ya da çok işine yaramış oluyor. Dahası, AKP “Başörtüsü yasağını kaldırırım” diye gelmedi mi? Başörtüsü yasağını PKK mı kaldıracak?


MODERN BİR TÜRKİYE KURMAK İÇİN SAVAŞMADIK

Başörtüsü yasağı, vatanseverliği, millet bütünlüğünü zayıflatıyor mu?

“Battı balık yan gider” diye mi düşüneceksiniz, yoksa başka şeyleri mi?

Başka şeyler?

1921 Anayasası’nda “Devletin dini İslam’dır” yazıyor, 1924 Anayasası’nda “Devletin dini İslam’dır” yazıyor, 1928’de 1921 “Devletin dini İslam’dır” ibaresi Anayasa’dan çıkıyor.

Yani?

Yani, İstiklal Harbi, modern bir Türkiye kurmak üzere yapılmadı. Bu iddia yanlıştır, yalandır. İstiklal Harbi, kefeni yırtmak için yapıldı.


LLOYD GEORGE: “OSMANLI’NIN MİRASÇISI YUNANİSTAN’DIR”

“Kefeni yırtmak” derken?..

Bugünlerde çok okunan kitaplardan birinin ilk sayfalarında şu yazıyor: 1918’de, İngiltere Başbakanı David Lloyd George diyor ki “Osmanlı Devleti’nin mirasçısı Yunanistan’dır.” Yani bütün bu topraklar Yunanistan’a verilecek. Hangi topraklar? Ermenistan’a verilmeyen, Kürdistan’a verilmeyen topraklar.

“Kürt Sorunu” lafını anlamamız için dönüp İstiklal Harbi’ne...

Hiçbir yere dönmenize lüzum yok. Şu gün Türkiye’de iktisadi ve siyasi manada yapılan şeylerin birbiriyle ilgisini görmeye bakalım. Garanti Bankası’nı kim aldı? General Electric. Ama, Garanti Bankası’nın personeline olan borçlar SSK’ya devredildi. Yani, General Electric, Garanti Bankası’nda çalışan insanların sosyal haklarıyla ilgili hiçbir yükümlülük altında değil! “Ben müessesenin kâr getiren kısmını alıyorum. Bu yatırdığım para bana kısa zamanda geri dönecek ama buna karşılık hiçbir yükün altına girmiyorum” diyor adam.


KÜRT MEDRESELERİNE NE OLDU?

Lloyd George’u andınız. Onun yakın elemanlarından biri, tarihçi Arnold Toynbee’nin bir kitabı var: Türkiye. Orada “Bu genç Cumhuriyeti bekleyen iki tehlikeden birisi Kürtler, öteki de İslamcılardır” diyor...

Toynbee’nin kehaneti ya da görüşü şöyle dursun. Bugün hem Kürt meselesi, hem İslam meselesi başında oturtulduğu raydan çıkmıştır. İyi bir yere mi gidiyor? Hayır. Ama ne İngilizlerin, ne de resmî ideolojinin oturttuğu rayda.

Başbakanın “Kürt Sorunu” demesinin anlamından söz ettiniz. Fakat...

PKK, Kürtlerin yaşadığı yerlerdeki medreseleri yoketti mi, etmedi mi? Başbakan o medreselerden yana mı, değil mi? “Kürt Sorunu” diyen başbakan, şunu mu söylemek istiyor: “PKK yürüttüğü hareketle, Kürtlerin, Cumhuriyet kurulduktan sonra, entelektüel seviyelerini yükseltmek için başvurdukları kurumları yoketmiştir.” Bunu mu söylüyor?


“BEN TÜRK’ÜM, ÇÜNKÜ MÜSLÜMAN’IM” DİYEN KÜRT

Siz, bir Kürt’ün “Ben Türk’üm” dediği zaman, yabancıların buradaki operasyonlarına zemin bırakmamış olacağını söylüyorsunuz...

Ama burada unuttuğun bir husus var. Kürt neden “Ben Türk’üm” diyecek? Müslüman olduğu için. Yani, Müslüman olmak Türk olmaktan ayrılmaz, bunu kabul ettiği için. Kürtlerin “Ben Türk’üm” demesini engelleyenler arasında, başka etnik iddia sahibi olanlar da var. Bir Kürt “Ben Türk’üm çünkü Müslüman’ım” dediği zaman Çerkez, Arnavut ne yapacak?

O da aynısını demek zorunda?

Hatta daha sık ve daha yüksek sesle söylemeli. Neden? Çünkü Kürt hakikaten Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra avantajlardan yararlanma konusunda Arnavut ya da Çerkez kadar avantajlı olmadı.


KÜRTÇÜLÜK DAVASI, İSLAM DAVASINA KATKI SAĞLAMIYOR

1920’de Kürdistan, Lazistan mebusu varken kimse rahatsız olmuyordu bu işten. Niye?..

Çünkü oraya Kürdistan denmezse Ermenistan denmek zorunda; Lazistan denmezse Pontus denmek zorundaydı. Yani bu bir İslami vurguydu. Adamın Kürt, Laz olduğunu söylediğin zaman, Müslüman olduğunu söylemiş oluyordun.

Şimdi neden Kürtlük iddiası Müslümanlıkla aynı anlama gelmiyor?

Çünkü, Kürdistan’ın kurulması, İslam cephesinin kuvvetlenmesi anlamına gelmez. Biz, Türk olarak bir şey yapabilirsek yaparız, Kürt olarak yapamayız.

Kürtlük iddiası, Kürdistan arayışı millî vasfımıza bir katkı sunmuyor. O halde...

Her zaman söyledim: Milli duruşu sahiplendiklerini söyleyenler, öncelikle, İslam’la olan ilişkilerini gözden geçirsinler.


LEYLA ZANA “BEN MÜSLÜMAN’IM” DEDİĞİNDE NE OLUR?

Leyla Zana da “Ben Müslüman’ım” demiyor.

Derse, “Madem Müslümansın, gel, iki Müslüman olarak ne konuşacaksak, derdimiz neyse konuşalım, ortak olalım derdimize. Müslüman’san eğer, sana vuran bana da vuruyor demektir” diyebiliriz. Ama Leyla Zana böyle bir şey demiyor, çünkü Müslüman olursa ya da “Müslüman’ım” derse, birileri ona “Aaa? Biz seni Müslüman olmadığın için destekliyorduk?!” diyecekler.

PKK ile zıtlaşanlar da “Biz Müslüman’ız” demiyorlar. Yani bu tartışmada hiç kimse “Biz Müslüman’ız” demiyor?

Dahası, İslami tutumlar sakıncalı görülüyor. Demek ki Türkiye’de bazı insanları bazı mevkilere ulaştıran, Türkiye içinden güçler değil.


DAVADAN VAZGEÇMEMEK, DAVAYI YÜRÜTMEK

Burası bizim yurdumuz, ailemiz, yuvamız, hayatımız buranın imkanlarıyla ayakta. Kürtler, mesela Diyarbakırlılar Müslüman. Fakat Leyla Zana bütün Kürtler, tüm Diyarbakır, Güneydoğu adına konuşuyor, söz sahibi olmuş her nasılsa. Bizim adımıza konuşan yöneticiler de İslam’ı dışta tutuyor. Bu kavgadan, tepişmeden dolayı kim kaybedecek?

Türkiye.

Yani Müslümanlar?

Bilmem. Kürtler bir yere geldiler, bundan sonrasını da tamamlamaya çalışıyorlar. Bu ülkede yaşayan insanların kendi bünyesinden bir milli odak çıkarıp çıkarmadığına bakmamız lazım.

Çıkaramıyor.

O zaman ne yapılabilir?

Tek başımıza da kalsak, ayetteki gibi “Müslümanların ilkiyim” demeyecek miyiz?

Bir Müslüman’ın yalnız kalması, davasından vazgeçme mazereti olamaz. Ama davandan vazgeçmemiş olmak, bir davayı yürütmek için yeterli değil.

Dava duracak mı yani?

İyi de ne yapacağız? İnsanların Müslümanlık derdi olmadıktan sonra? Başörtüsünü savunmanın çok önemli olduğuna inanıyorum ben, ama aynı şekilde başörtülü kadınları savunamıyorum.


AVRUPA BİRLİĞİ, TÜRKİYE’Yİ ‘TANIYACAK’ MI?

Tam istediğimiz gibi bir hareket yürütemiyor, bir tavır sergileyemiyorsak hiç yapmayalım mı?

Tam istiyor muyuz? Uğraşıp da yapamadığımız işler yok, niyet etmediğimiz işler var. Ben, kendilerine müracaat edilebilir bir odak oluşturmaktan söz ediyorum.

Bir tarafta AB, bir tarafta GOP var, ortada “Kürt Sorunu”.

Türkiye, Avrupa Birliği’ne, 1923’te ilan edilen Cumhuriyeti tasdik ettirmek için müracaat ediyor. Girmeyi bırak, kimsenin AB’ye girmek istediğini düşünme, kimse AB’ye girebileceğimize inanmıyor.

Fakat, 3 Ekim’de...

3 Ekim’de eğer masaya oturulabilirse, bu, Türkiye Cumhuriyeti’ni Avrupa ‘tanıyor’ demek olacak. Yani Avrupa diyor ki, “Sen muvakkaten (geçici bir süre için) kurulmuşsun, I. Dünya Savaşı sonu şartlarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına engel olamadık, kuruldu. Şimdi icabına bakacağız.” Bunu bilenler de, “Biz nasıl olsa böyle hukuki süreçlerden istifade ettik şimdiye kadar, eğer bu AB’ye muhatap olabilirsek, bizimle el sıkışırlarsa, elimizin olduğu görülecek. Elimiz yanmış, yanmamış hiç önemli değil” diyorlar.


AB, UÇKURUNU BAĞLAYAMIYOR

AB üyeliğinin avantajları?..

Avrupa Birliği’ni öyle matah bir şey sanmayın. AB, hem uçkurunu bağlayamıyor, hem de Avrupa milletleri kendilerinin büyük bir tehdit altında olduklarını biliyorlar. Fransa ve Hollanda niçin AB anayasasına ret oyu verdi? Çünkü bu iki ülke Avrupalılığın belkemiği. İngiltere değil. İspanya’da mesela AB anayasasına “evet” denildi ama, katılma oranı yüzde 30!

Avrupa’nın ekonomik gücünden faydalanmayı umanlar yok mu yani?

Avrupa’nın, iktisadi gücünün önemli bir kısmının ordu beslemiyor oluşundan kaynaklandığını söyleyenler haksız değiller. Çünkü askerî yatırımlar verimli [productive] yatırımlar değildir. Avrupa bu yükü Amerika’ya yüklediği için, bunu mesela elma, muz ve tereyağı olarak kullanıyor, stokunda tutuyor. Dolayısıyla Amerika’ya siyaseten bunu yüklemiş olması, ondan emir aldığı bir ortam doğuruyor. Onun için, AB ile Avrupa’nın milli iddiası olan insanları, aynı gemide değiller.

Eski DEP Milletvekili Orhan Doğun “PKK AB sürecini destekliyor” dedi. Herkes AB üyeliğini istiyor, görünüşe bakılırsa?

Zaten bunu Mesut Yılmaz da söylemedi mi? “Avrupa’ya giden yol Diyarbakır’dan geçer” diye.


CIA TATİLDE Mİ?

Bir aydır, ordunun PKK’yla ilişkisine dair spekülasyonlar yapılıyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek bir açıklama yaptı: “İmralı askerin elinde, sınırlar askerin elinde, bizim il başkanları mı koruyacak sınırları?” dedi. AKP’li bir yetkili “İmralı tamamiyle askerin elinde fakat buna rağmen nasıl oluyorsa Abdullah Öcalan PKK’ya talimat verebiliyor.” dedi. Askerden bir açıklama gelmedi. Emekli General Kemal Yavuz da gazetedeki köşesinde, bu iddialara karşı çıkmakla birlikte, asker kanadının cevap vermesi gerektiğini yazdı. Yine de açıklama gelmedi. Sonra birkaç gazetede Kürt kökenli birkaç aydın “Evet, Abdullah Öcalan generallerle görüşüyor, 2000 yılında Çevik Bir, Öcalan’ı İmralı’da ziyaret etti” gibi açıklamalar yaptılar. Tarihi de veriyorlar. Başka generalleri de anıyorlar...

Benim size bir sorum var: Bütün bu olayların CIA neresinde? Bütün bu olaylar olurken, CIA izne çıkmış, tatilde olabilir mi?

Emekli Orgeneral Aytaç Yalman da şöyle bir açıklama yaptı: “Amerika Abdullah Öcalan’ı; Barzani ve Talabani’nin önünü rahat bir şekilde açmak için bize teslim etti.” Bunu, o dönemin generali söylüyor.

Benim, bundan en az 20 sene önce söylediğim bir şey vardır: PKK, Türkiye’nin, bölgedeki Kürt meselesine dahil olabilmesi için üretilmiş bir şeydir. Çünkü, Barzani ve Talabani, uluslararası tanınırlık vasfına sahiptir. Bir Peşmerge’yi tutukladığın zaman, ona harp esiri muamelesi yapmak zorundasın. Çünkü uluslararası tanınırlığı var. Son zamanlarda PKK’lılar için “milis” tabiri kullananlar oldu. PKK 1970’lerde kuruldu, 1984’te silahlı mücadeleye başladı. O zamandan bu zaman gelip geçen iktidarlar ne yaptılar?


EN TEHLİKELİ YER, TÜRK BAYRAĞININ ALTI

Türkiye’nin meselelerini bir hayat-memat meselesi çerçevesinde ele alıyorsunuz hep...

1918 yılında, Türkiye’de yaşayan insanlar için en tehlikeli yer, Türk bayrağının altıymış. Herkes, İtalyan, Amerikan, Fransız ne bayrağı bulduysa onun altına girmiş. Türk bayrağının altında ölüm bekliyor seni. Türk bayrağını terketmemek kime düşer, kim koşa koşa başka bayrakların gölgesine girer?.. Bunlara dikkatle bakmak gerek.

Bunlar neden hatırlanmıyor, tartışmalara dahil edilmiyor?

Ahlak seviyesi kadar kültür seviyesi de çok düşük olduğu için...


HİLAL VE YILDIZ’IN TÜRKLER ELİYLE DÜNYAYA YAYILIŞI

Türk bayrağını önemsiyorsunuz...

Türk bayrağı, burada icat edilmiş bir şeydir. Antik çağda da vardır ay-yıldız. Ama burada doğuşu şöyle: Hilal, Artemis’in simgesi. Artemis de İstanbul’un hamisi. Artemis’e Latinlerin verdiği isim Diana. İstanbullular, Artemis bu şehrin tanrıçası diye, hilal taşıyorlar, evlerine asıyorlar. Constantine birayı Hıristiyanlığın başkenti yaptığı zaman, beş köşeli yıldızı getiriyor bu şehre. Beş köşeli yıldız da Hz. Meryem’in simgesi. Fakat İstanbul halkı hilalden de vazgeçmiyor, böylece bu ikisi beraber yaşıyorlar. Fetih başladığı zaman, bakıyorlar ki her yerde ay-yıldız. İyi, diyorlar, bu uğur getiriyor bize. Ve minarelerin ve kubbelerin üzerine hilal konmaya başlıyor. Onda sonra İstanbul’dan Kuala Lumpur’a kadar hilal görülüyor! Türklüğün bir şekilde dünyada baskın, belirleyici oluşunun delillerinden biri bu. Hiç de İslami olmayan bir sembol, Türklerin elinde, İslam’nı sembolüne dönüşüyor ve dünyaya yayılıyor!

8sutun.com
30/08/2005

Comments