SEYİR DEFTERİ-1919

seyir defteri
seyir defteri

1995 yılında ekrana gelen “Gölgedekiler” belgesel serisi içinde hazırlanan “Seyir Defteri-1919″ belgeseli.

Taka mı, transatlantik mi?

Konunun ciddiyetiyle bağdaşmayabilir ama, ne yapayım ki ben ne zaman Ban­dırma Vapuru tartışması açılsa hep o fıkrayı anımsıyorum:

Hani Bandırmaspor-Denizlispor futbol maçın­da Bandırma taraftarları “Bandırma… Bandır­ma…” diye tezahürat yaptıkça karşı taraftan De­nizlililer inatla bağırıyorlarmış:

“Bandırıcez… Bandırıcez…”

Yakın tarihimizin yanlış bir fotoğrafla üretilen bir yalandan ibaret oldu­ğunu iddia edenler, yanlış bir fotoğraf ortaya atıp, alternatif bir “yalan ta­rih” üretme arayışına gir­diler ve işin aslı anlaşılın­ca da hiç ses etmeden or­tadan kayboldular.

Çünkü Mustafa Kemal’siz bir yakın çağ Türk tarihi yazmaya çalışmak hadi en hafif tabiriyle söy­leyelim ayıptı ve maça “Bandırıcez” mantığıyla bakan bir fanatizmin izle­rini taşıyordu. Sonunda Atatürkçü Düşünce Der­neği, yanlış fotoğrafın izi­ni sürerek işin aslını orta­ya çıkardı ve bu “Bandırma-Bandırcez” inatlaşması da böylece sona erdi.

* * *

Peki neydi bunca gürültünün anlamı?

Neydi kanıtlanmaya çalışılan “tarihi gerçek"?

“Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a Padişah Vahdettin’in verdiği görevle gönderilmiş oluşu” mu?

Bunun böyle olduğunu anlamak için Nutuk’u bir kez dikkatle okumak yeterlidir. Atatürk, daha sonraları bu görevlendirmenin ayrıntılarını Falih Rıfkı’ya uzun uzadıya anlatmıştır.

“Gerçek” buysa, geminin kaç grostonluk oldu­ğunu tartışmanın ne önemi olabilir?

Vahdettin’in, Mustafa Kemal’e “Paşa, paşa… devleti kurtarabilirsin” dediği ve bir de altın saat hediye ettikten sonra Samsun’a uğurladığı bilinir­ken, Bandırma’nın boyutlarını abartmak, hangi tarih tartışmasına katkı sağlayabilir?

Tabii soruyu tersinden sormak da mümkün:

Mustafa Kemal’e verilen “görev", yöredeki ahalinin isyanını bastırmak olduğu halde, O’nun bunu tersine çevirip, ulusal direnişi başarıyla ör­gütleyerek sonuçlandırdığı bir tarihsel gerçek iken, Bandırma’nın boyutlarını küçültmek ve O’nu zavallı bir tekneye indirgemek kime ne ya­rar sağlayabilir ki?

Sevgili hocam Ahmet Taner Kışlalı ve konuya ilişkin duyarlılığını birkaç yazıyla ortaya koyan Hasan Pulur ne kadar itiraz etseler de kendi okul deneyimlerimden biliyorum ki Bandırma serüve­ninin orta öğrenim düzeyindeki karşılığı “pusulası olmayan külüstür bir takanın, tecrübesiz bir kaptanla bir geceyarısı gizlice Karadeniz’e açılması"dır. “3 gün 3 gece süren bu maceralı yolculuk sonunda Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmış ve mil­li mücadeleyi başlatmıştır.”

Oysa biraz kitap karıştıran herkesin kolayca öğ­renebileceği gibi gemi pusulasız değil, çift pusula­lıdır. Kaptanı İsmail Hakkı Bey’in o dönemde 28 yıllık deniz deneyimi vardır. Gemi, yola çıkmadan haftalarca önce bakıma alınmıştır. “Bir geceyarısı gizlice” değil, güpegündüz ve Saray’ın bilgisi da­hilinde yola çıkmıştır. Samsun’a çıkan yalnız Mus­tafa Kemal Paşa değildir. Yanında 18 silah arka­daşı vardır. Ve daha önceden Anadolu’ya geçen komutanların da öncülüğünde Anadolu’da milli mücadele çoktan başlamış, yerel kongreler, Cum­huriyet ilan edecek kadar iddialı bir savaşa giriş­mişlerdir.

Bunları bilmek, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’ndaki lider rolünün önemini azaltır mı? El­bette ki hayır.

Sadece, ülkemizin tarihini daha sağlıklı bir çer­çeveye oturtmamıza katkı sağlar.

Şimdi denilecektir ki, “bunların bilinmesine, öğretilmesine bir engel yok ki…” O halde, lütfen söyler misiniz, neden Bandırma Vapuru’nu kelle koltukta Samsun’a ulaştıran İsmail Hakkı Kaptan bütün yaşamını “kendisinin gemiyi pusulasız yola çıkaracak kadar deneyimsiz bir kaptan olmadığı­nı, Karadeniz’i de avucunun içi gibi bildiğini” an­latmaya çalışarak geçirmiştir? Neden 1940 yılında yaşama veda ederken yakınlarına “Sizlerden son isteğim Bandırma Vapuru’yla ilgili gerçekleri her­kese anlatmanızdır” diye vasiyet etmiştir?

** *

Söylemek istediğim şu:

“Bandırıcez” inatlaşmalarına karşı Bandırma’yı savunacağız derken, ulusal mücadeleye omuz ver­miş insanları, kaptanları, gemileri önemsizleştirirsek yalnızca tarihe değil, Mustafa Kemal’e de haksızlık etmiş oluruz.

Keşke okulda bize “Atatürk yoktu/ düşmanlar çoktu/ Atatürk geldi/ düşmanı yendi” şarkıları ye­rine düşmanın yenilişinin ayrıntılı tarihini anlatsalardı. Keşke Erzurum ve Sivas’tan önce de ulusal kongreler toplandığını, Mustafa Kemal’den önce de Anadolu’ya geçen komutanlar olduğunu öğ­renmiş olsaydık, Mustafa Kemal’e saygımız, sevgimiz azalır mıy­dı?

Kesinlikle hayır…

Ama öyle olsaydı, karşımıza Bandırma diye bir transatlantik resmi çıkardıklarında “Bunun ne önemi var ki” derdik, “O ve arkadaşları Vahdettin’in verdiği görevi tersine çevirmeyi ve halkın is­yanını bir potada eritmeyi başardılar. Böyle bir başarıya ancak şapka çıkarılır… Gittikleri geminin grostonu ne olursa olsun…”



Hazırlayan: Can Dündar

Comments